İNAVASYON TEORİLERİ – 6
Hofstede’nin
Kültürel Boyutlar Teorisi
Sosyal yapıda
varlık teşkil eden herhangi bir işletmenin, bir kurumun veya bir bireyin
kültürler arası iletişim seviyesini ölçmek için kullanılan çerçevenin adıdır ve
literatüre ilk defa Geert Hofstede tarafından kazandırıldığı için bu isimle
anılmıştır.
Teorinin çok
farklı amaçlarla farklı disiplinler tarafından kullanıldığı söylenebilir.
Örneğin
kültürler arası sosyal davranışlar, sosyoloji, uluslararası yönetim ve
pazarlama, iletişim gibi farklı alanlarda kullanılmaktadır.
Bütün bunlara
ilave olarak çok farklı kültürlerden insanların bir araya geldiği sosyal
ağların kullanımı ile ilgili çalışmalarda, internet üzerinde faaliyet
gösteren işletmelere yol göstermesi açısından veya bir topluluğun farklı
kültürlere ne kadar açık olduğunu ölçmek içinde kullanılmaktadır.
Hofstede
çalışmalarını 1960’lı ve 70’li yıllarda IBM firmasının dünyanın farklı
noktalarındaki çalışanları üzerinde yaptığı anketlerle şekillendirmiştir.
Teori ilk
ortaya atıldığı zaman 4 farklı boyut içermekte olup boyutlar genelde iki
ters kavramdan hangisine yakın olunduğu ile ölçülmektedir.
Orjinal 4 boyut aşağıdaki şekilde sıralanabilir:
Güce uzaklık endeksi:
Bir organizasyonun veya sosyal yapının üyelerinin güç dağıtımı ile
ilgili düşüncelerini sorgular ve gücün eşit mi yoksa dengesiz mi dağıtıldığı
şeklinde iki uçtan hangisine daha yakın olunduğunu bulmayı hedefler.
Aslında güce yakın olanların gücün eşit dağıtıldığını savunması ve
güce uzak olanların gücün adil dağıtılmadığını savunması, organizasyonlardaki
güce uzaklığı anlatmaktadır.
Bu açıdan bakıldığında güce yakın hisseden organizasyonlarda müzakere
kültürünün gelişmiş olması ve demokratik ortama daha açık olmaları
savunulabilir.
Kültürel boyutta incelendiğinde ise güce yakın organizasyonların farklı
kültürlere daha açık olduğu görülmektedir.
Bireysellik:
Topluma bireylerin ne kadar dahil olduklarını ölçmek için kullanılır.
Bireysellik kavramının yüksek olduğu toplumlarda, bireysel menfaat ve
hedeflerin toplumsal menfaat ve hedeflerden önde geldiği söylenebilir.
Kişilerin kendilerini birey olarak mı bir grubun üyesi olarak
mı hissetmeleri indeksin temel iki ucunu oluşturmaktadır.
Örneğin kişiler bir ailenin koruması altına girmeyi ve bunun
karşılığında aile kavramına koşulsuz itaati kabul edebilirler.
Kültürler arası esneklik açısından bakıldığında, bireylerin birey
olarak kabul edildiği ve aidiyet kavramının düşük olduğu sosyal
organizasyonların yabancı kültürlere daha açık olduğu söylenebilir.
Belirsizliği göz ardı etme endeksi:
Bir sosyal organizasyonun belirsizlik veya muğlaklığa karşı ne kadar
hoş görüşü olduğunu gösteren endekstir.
Belirsizliği kabul etme kapasitesi düşük toplumlarda herhangi bir
belirsizliğe karşı kaygı yüksektir ve bu kaygıdan kaynaklı olarak her
durumu belirli hale getiren kurallar konulması veya çözümler üretilmesi
beklenir.
Bununla birlikte yüksek orandaki belirsizlikleri kabul edebilen toplumların
kültürel ilişkilerinin daha yüksek olduğu söylenebilir.
Bu kültürler değişime daha açıktır ve yeni kültür ve yeni fikirlere saygı
gösterme seviyeleri daha yüksektir.
Erkeklik
Cinsiyetler arasındaki rollerin duygusal olarak nasıl dağıtıldığını
belirleyen endekstir.
Erkeksi toplumlarda değerler daha çok rekabet, güç ve somut nesneler
üzerine kuruludur.
Buna karşılık kadınsı topluluklarda değerler daha çok ilişkiler, hayat
kalitesi ve duygular üzerine kuruludur.
Kadınsı topluluklarda kadın veya erkek cinsiyetinin bir önemi yoktur ve
bireylere eşit olarak davranılmaktadır.
Literatürde bazı topluluklar veya kültürel geçmişten gelen okuyucuları
rahatsız etmemek için “erkeksi” veya “kadınsı” topluluk yerine “sayısal
hayat” (erkeksi) ve karşıtı olarak da “kaliteli hayat (kadınsı)” kavramları da
kullanılmaktadır.
Yukarıdaki şekilde sıralanabilecek orijinal 4 boyuta ilave olarak daha
sonra Hofstede, çalışanlarında uzun /kısa dönem motivasyonları da beşinci boyut
olarak eklenmiştir.
Uzun dönem odaklılık
Konfiçyus dinamikliği olarak da geçen kavrama göre sosyal
organizasyonların zaman ufukları sorgulanmakta ve toplumsal
organizasyonların uzun veya kısa vadeli beklenti, hedef veya planları
olmasına göre ölçülmektedir.
Uzun dönem odaklı toplum birimleri daha çok gelecekle ilgili planlar
yapmakta çıkarcı davranmakta ve bu çıkarlara göre değerleri
şekillenmektedir.
Örneğin para biriktirmek, kalıcı olmak veya çıkarları uğruna uyum
sağlamak bunların arasında sayılabilir.
Tam ters ucunda ise kısa dönem odaklı topluluklardan bahsetmek
mümkündür.
Bunlarda değerler gelecekten çok geçmiş ve şimdiye odaklıdır.
Örneğin geçmişten gelen geleneklere saygı veya şu andaki toplumsal
sorumlulukların ne kadar yerine getirildiği gibi parametreler önem
taşımaktadır.
Heveslilik ve kısıtlılık
Bir topluluğun üyelerinin heveslerini ne kadar kontrol altında
tutabildikleridir.
Hevesli topluluklar göreceli olarak isteklerini ve heveslerini yerine
getirmekte kendilerini özgür bırakmışlardır.
Hayattan zevk almak veya eğlenmek gibi faaliyetleri birer doğal insan
davranışı olarak ele alırlar.
Bun karşı olarak kısıtlılık halindeki topluluklarda ise insani
zevklerin ve heveslerin katı kurallar tarafından kontrol edildiği
görülebilir.
Örneğin Güney Amerika toplulukları oldukça hevesli topluluklarken Kuzey
Amerika ve Batı Avrupa’da heves ve rahata düşkünlük azalırken Orta Doğuda
özellikle islami kurallarla birlikte kısıtlılığın artmaya başladığı ve
özellikle uzak doğuda kısıtlılığın çok daha yüksek seviyelere çıktığı
söylenebilir.
Yukarıda
açıklamaları yapılan farklı boyutlara göre Hofstede’in kültürel boyutlar
endeski kurumlar için aşağıdaki şekilde tablolaştırılabilir.
Kültürel Kapalılık Ucu |
Kültürel Açıklık Ucu |
Süreç odaklı |
Sonuç odaklı |
Çalışan odaklı |
İş odaklı |
Bireysellik |
Profesyonellik |
Açık sistem |
Kapalı Sistem |
Zayıf Kontrol |
Sıkı Kontrol |
Çıkarcı |
Prensipli |
Olumsallık
Kuramı
Teoriye ismini
veren “Contingency” kelimes, Türkçeye ihtimal, değişkenlik, belirsizlik
gibi kelimelerle çevrilebilir.
Kabaca, teori
dünyadaki her şeyin ve kurumların (organizasyonların) da belirsizlik içerdiğini
ve dolayısıyla belirsiz ortamlarda kesin doğruların savunulamayacağını söyler.
Yani aslında
bir organizasyonlar için en iyi yönetim şekli, en iyi teşkilatlanma gibi çok
sayıda en iyi ile başlayan iddia birer boş hayalden ibarettir.
Fordism,
Taylorism, Fayolizm gibi klasik yönetim yaklaşımlarında bir “en iyi”
yaklaşımı olduğu kabulü yapılıp bu “en iyiyi” arama süreci vardır.
Ancak
olumsallık kuramı bunun boşuna bir çaba olduğunu iddia etmektedir ve en iyinin
her duruma göre değiştiği kabulünü yapmaktadır.
Özellikle
teknoloji gibi hızlı değişim içeren alanlarda bu kuramın çok daha etkili
olduğu görülmektedir.
İşletmeler,
iş yapış şekilleri hatta çalışanların meslek ve uzmanlık tanımları bile sürekli
değişmekte, her işletme değişime ayak uydurmak için kendi organizasyonunu
sürekli güncellemekte, bu güncelleme yarışında geride kalanlar ise rekabet
gücünü ve pazardaki varlığını yitirmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder