29 Kasım 2022 Salı

 İNAVASYON VE YENİLİK - 3

 

 Sosyal Sermaye

Sosyoloji ve ekonomi çalışmalarının ortak ilgi alanıdır.

Bir topluluğun birlikte olmasından kaynaklanan ekonomik değer ile ilgilenir.

Örneğin sosyal ilişkilerin bir değeri olduğu söylenebilir.

Peki bu değer nasıl ölçülür veya nasıl arttırılabilir, yönetilebilir, taşınabilir?  Gibi soruların cevaplarını arar.

Basitçe fiziksel sermaye veya üniversite eğitimi (kültürel sermaye) bir değer artışı sağlar.

En basit anlamıyla bir işletmenin daha değerli olmasını, üretilen ürünün daha değerli olmasını sağlar diyebiliyorsak, sosyal ilişkilerin de bir değeri olduğunu kabul etmek gerekir.

Kavram ilk olarak 1890’lı yıllarda Amerikan toplumunu inceleyen bir Fransız sosyal bilimci olan Alexis de Tocqueville tarafından literatüre kazandırılmıştır.

Yazara göre, Amerikan toplumundaki şeffaflık ve açıklık, bireylerin toplumsal gelişimlere daha fazla katkıda bulunmasına yardımcı olmakta ve başta demokrasi olmak üzere çoğu alanda katılımı arttırmaktadır.

Tocqueville’den sonra günümüze kadar çeşitli araştırmacılar konuyu değişik boyutları ile ele almışlardır.

Kavramı literatürdeki ismi ile ‘sosyal sermaye’ olarak ilk kullanan j. Coleman ve teorisini günümüzdeki haline çok yakın bir şekilde ilk yazan D. Putman olmuştur.

1950’lerin ilk yarısından itibaren Tönnies ve Weber tarafından yayınlanan sosyal teoriler, 1960’lardaki toplumsal hareket teorisi tarafından devam ettirilmiş ve sosyal sermaye kavramına yakın teoriler ortaya atılmıştır.

Mesela 1960 yılında Stein tarafından, bir çalışmasında aşağıdaki ifadelere yer verilmektedir:

Kültürel ve deneyimsel farklılıklar içere toplumların birlikte bulunmasının maliyeti, hem toplumsal hem de bireysel seviyelerde belirli bir organizasyon bozukluğudur.

Buradaki en önemli ifade, çeşitli toplum yapılarının, toplumsal maliyetler getirdiğinin altının çizilmesidir.

Kavramın, günümüzdeki halini anlamak için 2000’lerin başından itibaren yazılan makalelere bakmak yeterli olacaktır.

Örneğin, 2010 sonrası çalışmalarda, kavramda ufak tanım farklılıkları oluşmuş ve kenetlenmiş bir toplum için, toplumun genel bir güvene oturması, bireyin ise seçimlerinde özgür olması ilkeleri ortaya atılmıştır.

Sosyal sermayenin tanımında bulunan ve kavramın kapsadığı değerlerden birisi de sosyal ağlardır.

Sosyal ilişkilerin sosyal sermaye oluşumundaki etkisi, bireysel anlamda, faydacı, işlevselci ve metdolojik bireyselci sonuçlar doğurabilmektedir.

Daha basit bir ifadeyle, bir kişi edindiği sosyal sermayeyi kullanarak daha fazla para kazanmak isteyebilir.

 Bu durumda örneğin çevresini kullanarak iş bulmak, veya bir ürün satışı, veya baskı ve övme unsurlarını kullanabilir.

Bu kullanım sosyal sermayenin paraya (sermayeye) dönüştürülmesi olarak görülmekle birlikte, sosyal sermayedeki dengesizliği de gün yüzüne taşımaktadır.

 Örneğin coğrafi koşullar, sosyal izolasyon, kaynaklara sınırlı erişim gibi problemler sosyal sermaye adaletsizliğini gündeme taşır.

 Mesela köyde yetişen birisinin şehirdekine göre sosyal sermaye birikimi ve erişimi sınırlı olacaktır.

Sosyal sermaye ile ilgili eleştirilen konular Portes tarafından şu başlıklarla toplanabilir.

Sosyal sermaye oluşumu çevresindeki sosyal ağların dışladığı bireylerin olumsuz durumu

Sosyal ağların bireyler üzerindeki sahiplik iddiası

Bireysel özgürlükler üzerindeki kısıtlamalar

Aşağıya doğru seviyelendirme ve topluluğu şekillendirme

Sosyal sermayenin yeni Tocqueville bakış açısına göre yorumlanması sonucunda bağlama ve köprüleme kavramları ortaya çıkmıştır.

Varshney’in Hindistan’daki etniklik konusunda yaptığı çalışmalar sonucunda etnikler-arası, köprüleme ve etnikler-arası, bağlama kavramları çalışılmıştır.

Etnikler arası bağların barışçı bağlar olduğunu ve etnik grup içindeki bağların ise genellikle diğer etnik gruplar arasındaki bağlantılar için çok zayıf veya hiç kullanılmadığını iddia etmektedir.

Ayrıca sosyal gruplar arasındaki bağların sonuçlarını üç ana başlıkta toplar:

Bir topluluktaki iletişimin etnik hatlar üzerinden kolaylaştırmak

Yanlış söylentileri engelleme, susturma

Yönetimin barış, adalet ve güven içerisinde görevini yapmasını kolaylaştırması

Ayrıca Putnam tarafından yazılan tek başına bowling isimli kitapta da geçtiği gibi, sosyal sermaye, sıklıkla demokrasinin başarısı ve siyasi katılım ile ilişkilendirilir.

Internet üzerindeki sosyal ağlar ise sanal sosyal sermaye kavramını doğurmaktadır ve bu sosyal sermayenin gelişimi izlendiğinde, sosyal paylaşımları iki grupta incelemek mümkündür.

Birincisi sosyal birliktelik içerisinde ve benzer düşünce yapısına sahip gruplar (aynı etnik yapıdaki gruplara benzetilebilir) arası paylaşımlardır ki bu grup, daha önce de bahsedildiği gibi toplumu bölen ve parçalayan paylaşımlardan/mesajlardan oluşmaktadır.

 Genelde bu gruptaki mesajlar ve paylaşımlar birer kavga ve rahatsızlık sebebi olarak döner ve sosyal ağların bölünmesine sebep olur.

Örneğin, Facebook benzeri ortamlardaki arkadaşlıktan çıkarma veya takip etmeyi bırakma gibi eylemlerin çoğunu başlatan bu şekildeki mesajlardır.

İkinci grup ise, kültürler, görüşler ve etnik yapılar arasındaki mesajlaşma ve bilgi paylaşımıdır ki bu da toplumu birleştiren etnikler arası ilişkilere benzetilebilir.

Sosyal sermayenin iki alt kaynağı bulunmaktadır.

Bunlardan ilki vazife kaynağıdır.

Bu kaynakta bireylerin toplumun zaman içerisinde kendilerine yüklemiş oldukları değerleri kabullenerek bu değerlerin sorumluluklarını yerine getirdiklerini görürüz.

Örneğin toplumsal yardımlaşma, toplumun iyiliğine çalışma ve hatta faturalarını ödeme eylemlerinin altında bu vazife duygusu vardır.

Bu alt kaynaktan beslenen kişilerin toplum için yapılan bütün faydalı faaliyetlerinin inandıkları doğrulara ve sevdiklerine faydalı olma arzusu olarak görmek de mümkündür.

Bu faydacı yaklaşıma göre toplum içerisindeki hayırseverlik, yardım ve kurallara uyma gibi faaliyetler, bireyin sevdiklerini,ailesini veya sahip olduklarını korumanın bir şeklidir.

İkinci alt kaynak ise Marx'ın çalışmasına dayandırılabilir.

Marks özellikle işçi sınıfı üzerinde yoğun bir şekilde çalışmış ve bu sınıfın birlikte durma duygusunu incelemiştir.

Buna göre işçi sınıfının kendisin bir grup veya topluluk olarak algılamasından doğan ve yapılan faaliyetleri birbirinin iyiliği için algılaması farklı bir alt kaynak oluşturmaktadır.

Coleman'ın bu konudaki çalışmaları bu yaklaşımı biraz daha ileriye götürür ve özellikle gençlik yıllarında insanların inandıkları veya düşündükleri yüzünden yaşadıkları sıkıntıların insanları bir araya getirdiğini ve toplum içerisinde kendinden tanımlı bir grup oluşturduğunu söyler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

  DİJİTAL DÖNÜŞÜM   Dijital dönüşüm, toplumsal ve sektörel ihtiyaçlara dijital teknolojilerin entegrasyonuyla çözüm bulmanın ve buna bağ...